01 Temmuz 2010 | Perşembe

Görmedim diyemez

Dünya Kupası'na hakem hataları damgasını vurdu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 1974'ten beri bütün Dünya Kupalarının yarısından fazlasını yerinde, geri kalanlarını da televizyondan hiç kaçırmaksızın izledim.
Hakem hatalarının bu kadar yoğun, bu kadar bariz, bu kadar sonuca etkili olarak bir araya geldiğini ilk defa görüyorum. Fabiano topu iki kere eliyle alıyor, iki kere! Birinde kesiyor, ikincisinde önüne indiriyor. Bunun görülmemesine imkan yok.
Arjantin maçında adam 3 metre ofsaytta!
Öyle bir pozisyon ki önünde bir tane rakip bile olsa ofsayt. Öyle biri de yok! Çünkü kaleci 18'in dışında. Biliyorsunuz ki ofsayt olmaması için en az iki rakip oyuncunun gerisinde olması gerekir bir futbolcunun. Bir hakem, yan hakemden bahsetmiyorum, orta hakem kalecinin ileride olmasını görmüyorsa neyi görür?
Diyelim ki bek ile aynı hizada ama biri ileride, ikincisi yok! Tek kişi kalmışsa ofsayt. Yani bu kadar açık seçik bir ofsayt. İngiltere maçında içeriye düşen topun tartışılır yanı yok. İngiltere kalecisi bile gol olduğunu görmüştür. "Bunu görmedim" diyen adama hakem demezler. Göre göre de yanlış karar veriyorsa yine hakem demezler. Bunlar üst üste üç maçta oluyor.
Önceki gece ki maçta; kaleciyi geçen adamı indiriyorlar, penaltıyı veriyorsun, kırmızı kartı vermiyorsun. Adam kaleciyi geçmiş boş kaleye giriyor. Bu bariz gol şansı değilse eğer, o hakem bana söylesin bariz gol şansı nasıl olur?
Kaleciyi geçtikten sonra boş kaleye girmek de bariz gol şansı değilse ki kural öyle, bariz gol şansını önlüyorsan kırmızı kart.

NE İŞİ VAR KUPADA?
1966'da İngilizler'in bir topu içeri girmediği halde gol olarak verilmiş. Almanlar "Rövanşı aldık" diyorlar. Şimdi bir kere İngiltere'den Almanya'nın rövanşını Maradona aldı. 1986'da ben stadyumdaydım, Tanrı'nın eliyle İngiltere elendi! İngiltere-Almanya, 1966'daki pozisyon hâlâ üniversitelerde araştırma konusu, topun tamamı çizgiyi geçip geçmedi diye. Hâlâ! Çünkü top tam çizginin üzerine düşüyor. Orda bizim şu anda Bakü'deki stada adını veren yan hakem Tevfik hocanın yüzde elli yanılma payı var. Yüzde elli doğru, yüzde elli yanlış. Burada öyle bir şey yok! Top çizgiyi tamamen geçmiş. Bilgisayarla ölçmüşler, 46 santim içeride top. Yarım metre yani! Üstelik top zıpladığı zaman da filelere değiyor. Değiyor, zıplıyor, ikinci yere düşüş çizginin dışına. Topun ikinci çıkışında direkle beraber fileye de değdiği görülüyor. Ağlara da değiyor top. Sadece 46 santim içeride değil! Bunu göremeyecek hakemin Dünya Kupası'nda ne işi var? Ama şunu da belirtmek lazım, Dünya Kupası kötü. Fevkalade kötü oynanıyor... Fevkalade kötü oynandığı için de hakem hataları çok önem kazanıyor. Hakemin hatalı bir kararını düzeltip, maçı çevirebilecek güçte bir takım yok ortada. İngiltere, İngiltere olsa o sayılmayan golün üstüne bir tane daha atabilirdi. Ama o sayılmayan golü bile tesadüfen attılar, ayakta duracak halleri yok! "Bu Dünya Kupası'nı kim kazanır Hıncal abi?" diye sorsan, hakemlerin kazanacağı kesin! Onlar karar verecekler kimin kazanacağına. Düşünebiliyor musun bu hataların finalde olduğunu?

ÜÇKAĞITÇI BLATTER
Bu hataların en aza düşürülmesi için, sadece güreşte kullanılan video sistemi ya da teniste uygulanan şahin gözü gibi uygulamalar gündeme geldi. Bunlar futbolda da kullanılmalı mı? Ben Blatter'le aynı fikirdeyim. Bir tek bu konuda Blatter'le aynı fikirdeyim. Kendisini katiyen sevmem ben. Üçkağıtçının biridir. Bu turnuvayı Afrika'ya vereceğini söyleyerek kandırdı insanları bir gecede, sabah seçim yapılacaktı ve İsveçli Johansson kesin kazanıyordu.
Ama o gece Afrikalılar'ın oylarını topladı, 24 oyu toparladı ve başkan çıktı. Ben uzun zamandır tanıyorum kendisini, çünkü Şenes Erzik'in arkadaşı.
Her Dünya Kupası'nda oturur beraber yemek yeriz. Ama her sohbette bana kendisini belli eder, bu adam tehlikeli diye. Futbolun güzelliği, futbolun farklılığı, insan hatalarından doğar.
Dünya Kupası diye geldiniz karşıma oturdunuz, ne konuşuyoruz? Hataları... Güzel şeyleri konuşmuyoruz! "Robinho'nun attığı gol ne muhteşemdi" diye konuşmuyoruz. Futbolu konuşturan şeyler bunlar, kim ne derse desin. Türkiye'de 10 mu 15 milyon mu futbol meraklısı sabaha kadar niye oturuyor? Hakem hatalarını tartışan programları izlemek için.
O saatte oturup maçın taktiğini konuşsalar, antrenörlerini konuşsalar, herkes kapatır televizyonu yatar. Sabah üçlere dörtlere kadar ertesi gün mesai olmasına rağmen oturuyorlar, neden? Hakem hataları tartışılınca cazip geliyor.
Ertesi gün kahvede, okulda, iş yerinde onlar da aynı şeyi konuşacaklar. "Vay efendim adam vermedi golü, bir metre içeri girdi top!" Bu konuşuluyor. Bunun konuşulması da futbolu yaşatıyor. Ev kadınları bile futbolu konuşuyorlar. Anneanneler futbolu konuşuyor. Anneanne, Hagi'nin topa ne güzel vurduğunu konuşmuyor. Anneanne, "Ben bile gördüm, 12 numara miyop gözlerimle" diyor.
Onun için, bu tenis gibi sporların, dikkat edersen teniste de her pozisyonda yok. Her oyuncunun 3 kere itiraz hakkı var. Neden? Oyun bölünmesin diye. Çünkü seyir zevkini bitirir her topa itirazda bulunmak. Konsantrasyonunu kaybedersin, kapatırsın televizyonu. Bütün gelirleri bunların televizyondan.
Şimdi, FIFA'nın 2010 Dünya Kupası'ndan kazandığı, kasasına giren net para 3 milyar 200 milyon dolar. FIFA kazanıyor sadece.
Nereden kazanıyor? Bunun büyük bölümünü televizyondan kazanıyor. Maçlar televizyondan izlenmediği vakit para kazanamaz. Onun için televizyon seyircisinin dikkatinin dağılmaması, konsantrasyonunun bozulmaması lazım.
O zaman da böyle ikide bir "Videoya bakalım, hakem karar versin", olmaz böyle...
Bunu Amerikan futbolunda denediler yıllar evvel.
O zaman da büyük itirazlar oluyordu, kıyamet kopuyordu. Video sistemini denemeye karar verdiler. Yapıldı ve yarım sezon sonra vazgeçtiler. Çünkü o spor bitti. Televizyon başındaki seyirci de sıkıldı, stadyumdaki seyirci de sıkıldı. İki de bir maç durdu, hadi hakemler kenara geldi, videoyu izlediler, izlediler...
Jimnastik, tramplen atlama, kule atlama... Burada hareketi bir an içinde görüyorsun, notunu veriyorsun. Videoya baksan yavaş çekimde, adamın 3 tane perendeyi nasıl attığını, bacakların nasıl açıldığını, suya nasıl süzüldüğünü, nasıl daldığını gayet rahat görebilirsin. Adam suya daldığı anda notunu yazarsa, işte o zaman spor oluyor.
Yoksa, "Bir dur seyredelim bakalım bir daha, baştan al, yok inerken suyu biraz fazla şapırdatmış.
Oradan iki puan düş!"


GÖRMEZDEN GELDİLER
O zaman olmuyor işte. Belli bir ölçüdeki tenis bunun dengesini buldu, dediğim gibi bütün bir set boyu 3 tane itiraz hakkın bulundu mu, sporcu her şeye "içerdeydi, dışarıdaydı" demiyor. Çok eminse eğer haksızlığa uğradığına, o hakkının birini kullanmayı göze alıyor. Böyle dengeli bir çözüm bulunabilir. Ama tekrar söylüyorum, bu işe girdiğin zaman da kendini kaptırırsın, bir bakarsın ki her şey elektronik olmuş. Platini'nin çözümü bence daha mantıklı. Beşinci, altıncı hakemleri koydu... Ya kalenin arkasına, orada bir kale arkası hakemi olsaydı o golü, o ofsaytı kesin görürdü. Gerçi Atletico Madrid maçında Galatasaray'ın penaltısını görmediler, görmezden geldiler!

* * *
ADNAN SEZGİN KAMPI SEVMEZ
Rijkaard, Amsterdam'da görüştüğü Adnan Sezgin'e kampın yararlı olmayacağını söylemiş, hatta disiplinsizlik yapan futbolcuya da yüklü para cezası önerdi. İnsanların prensiplerine saygı duymak lazım. Rijkaard oldum olası kampa karşı. Çünkü kampa karşı bir hoca tarafından yetiştirildi. O meşhur 1988'in Rijkaard'ın süper star olduğu Van Basten'li, Gullit'li Hollanda'nın hocası Rinus Michels kampa karşı olduğunu her zaman söylüyordu. Hatta milli takım, Avrupa Şampiyonası'na hazırlanırken zorunlu olarak kampa girdiği zaman da futbolcuların eşlerini ve sevgililerini kampa getirerek orayı bir ev ortamına çevirmelerine izin vermişti.

BEBEK GECELERİNDE
O zaman kıyametler kopmuştu "Böyle kamp mı olur?" diye. Onun öğrencisi olarak böyle bir ilkesi olabilir. Benim ona hiç itirazım yok. Ama Rinus Michels bu ilkelerle 1988'de Hollanda'yı Avrupa Şampiyonu yaptı. Rijkaard aynı ilkelerle Galatasaray'ı Fenerbahçe'nin 10 puan gerisine düşürdü. UEFA Kupası'na zor girdi. O zaman ilkeleri değil sonuçları yorumlamak lazım. Demek ki Galatasaray Kulübü'nde futbolcuları kampa almazsan, onları disipline edemiyorsun. Ceza ile disiplin olmaz. Bu yaştaki adamlara, bu şöhretteki adamlara ceza verdiğin zaman onları disipline etmiş olmazsın, daha beter küstürürsün. Takımda kırılmalara bölünmelere neden olursun. Ayrımlara yol açarsın. Bunu birinin Rijkaard'a anlatması lazım, "Kardeşim burası Hollanda değil, Türkiye!" diye. "Bu yıllarca süren deneyimlerin sonucu ortaya çıkan sonuç" denmesi lazım. Kim diyecek bunu. Adnan Sezgin mi? Adnan Sezgin de kamptan nefret eden birisi. Bebek gecelerinde sabahlamak dururken Galatasaray ile kampa girer mi? Çünkü takımı kampa aldığın zaman Adnan ile Rijkaard'ın da girmesi lazım. "Siz orada oturun biz eve gidiyoruz" demek olmaz.

* * *
GÜREŞİ ÖLDÜRÜYORUZ
Geçen yıllara göre Kırkpınar nasıldı? Dört sumo güreşçisi getirdiler farklılık yaratmak adına.
Sizce değişen kurallar ata sporumuza nasıl etki yapmış?
Güreşi öldürüyoruz. Hem minder güreşini öldürüyoruz, hem geleneksel yağlı güreşimizi öldürüyoruz. Ben çocukluğumu hatırlıyorum, ailemizin en mutlu geceleri Eşref Şefik'in radyoda 'güreş' anlattığı gecelerdi.
Televizyon da değil, radyo! Bütün aile oturup güreş dinlerdik.
Sonra efendim bu güreş '15 dakika insanları sıkıyor' falan filan diye başladılar kurallarıyla oynamaya, süresini kısaltmaya...
Şimdi üst üste aynı kuralla oynanan iki turnuva yok! Dünya Şampiyonası'nı izliyorum, herifin biri şampiyon oluyor, niye anlamıyorum.
Gidiyorum Ali Gümüş'e soruyorum, diyor ki "O kural değişti Hıncal abi, artık öyle değil, şöyle oldu" diyor. Olimpiyata gidiyorum; yine bizimkiler var, mecburen izliyorsun.
Bu defa niye bu kazandı diyorum, Ali diyor ki "Yine değişti kural."

ZEVK ALMIYORUM
Şimdi tabii futbolun güzelliğinden bahsediyoruz. Futbol 150 senedir aynı 19 kuralla oynanıyor. 20. kuralı da koymadılar, 16'ya da indirmediler ve kurallarda da değişiklik yok, sadece yorum farkı var. Kuralın yorumunu değiştiriyorlar, o yüzden herkes biliyor futbolu. Ben bilmiyorum, ata sporum dediğim güreşin kurallarını ben bilmiyorum, bilmeyince de zevk almıyorum. Bir de 15 dakikaydı, 6 dakikaya indirdiler, sporcu daha ısınmadan maç bitiyor. 2 dakika!, 2 dakika!, 2 dakika!, 3 devre. Adam mindere kavuştu da elense yaptı da derken havaya bir şey atıyorlar, mavi mi düştü kırmızı mı düştü ne düştü ona göre birbirlerine kavuşuyorlar, o kavuşmanın sonunda biri puan alıyor, neden alıyor anlamıyorsun. Çünkü kurallar sürekli değişiyor. Yağlı güreş de öyle. Yağlı güreşin adı er meydanıydı iki tane güreşçi çıkardı er meydanına ve bitene kadar güreşirlerdi. 11 saatlik bir tenis maçı oynandı geçen gün. Neden tie-break yapmadı diyorlar, eğer yapsalar bu maç tarihe geçmezdi. Şimdi konuşuyoruz bak hâlâ. İkisinin de adını bilmiyoruz adamların, iki tane sıradan tenisçi. Ama tam 3 gün ve 11 saatlik bir maç yaparsan, onun da ayrı bir güzelliği ve özelliği var. Kırkpınar da öyleydi. Sabah başpehlivan final güreşi başlardı, akşama kadar sürerdi ve biri birini yenerdi. Şimdi öyle değil. Puan hesabıyla yağlı güreş olur mu? İki hakem karar verecekler, Hıncal bir puan aldı diye Hıncal, Yılmaz'ı yenecek şampiyon olacak. Yenilen niye yenildiğini bilmiyor, yenen niye yendiğini bilmiyor, seyreden hiçbir şey bilmiyor. O güreşi seyreden olur mu? O güreş ilgi uyandırır mı? Efendim televizyon seyircisi saatlerce oturup golfü nasıl seyrediyor? Bir top, bir deliğe girecek. Golf denilen spor da bu! Trilyonlar dönüyor televizyon yayın haklarında golfün. Dünyanın en çok kazanan sporcuları golfçüler. Niye? Çünkü televizyondan eşek yüküyle para alıyorlar.

KORKULARI VAR!
Amerikalı oturup 3 saat, 4 saat golf izliyor. Kıpırdamadan televizyonun başında. Benim yağlı güreşim 30 dakikada bitsin. Yok arkadaş! Sen ve ben kapışmışız, ikimiz de biliyoruz ki birimiz, birimizi yenene kadar bu 3 gün sürse de sürecek. Bir de biliyoruz ki 30 dakika sonra hakemler oyunu durduracaklar, puan hesaplayacaklar. O zaman başka bir şekilde güreşirsin. İkimizin de kafasında taktikler oluşmaya başlar. Hakemi ayarlarız, senin hakemin vardır benim de! Bu hale gelince güreş, insanlar seyretmiyor. Yağlı güreş, bir balkan sporudur. Bin defa dedim ki Kırkpınar'ı uluslararası yapın. Amerika'da yağlı güreş yapanlar var. Kırkpınar'ı bir Bulgar kazanırsa ne olur? Kazanırsa kazansın ne olacak? Kırkpınar, bir uluslararası şölene dönüşür o zaman. Korkuları bu. Türkiye'de böyle garip korkular var. Yıllar önce biz Atletizm Federasyonu'ndaydık, üyeydim ben de. Maraton koşturduk 19 Mayıs'ta. "Aman" dedi Spor Bakanı, "Dışarıdan iyi bir atlet getirmeyin." Niye? "19 Mayıs Stadı'nda tören sırasında Cumhurbaşkanı madalya verecek. Türkiye'nin Cumhurbaşkanı bir gavura kupa veremez. Onun için Türk kazansın." Uluslararası bir maraton yapıyoruz, 10. sınıf atletler getiriyoruz dışarıdan. Böyle bir şey olur mu? Sırf "Kırkpınar'ı bir Bulgar kazanırsa, bir Rumen kazanırsa ne olur?" diye bu hale dönüştürüyoruz. Bir de tabii işin içine siyaset de girdi. Edirne'de oldum olası CHP kazanıyor seçimleri. İktidar da hep sağcılarda. Anavatan kazanıyor, Demokrat Parti kazanıyor, AK Parti kazanıyor... Bu yüzden Ankara, Devlet, Kırkpınar'dan kopuk! CHP'li belediye başkanı orada şov yapıyor, Spor Bakanı gelmiyor, o yüzden. Ya da Başbakan gelmiyor. Böylece kenara itiliyor. Kimin aklına gelmişse bu "Sumocuları" getirdiler de böyle bir renk oldu. Hiç olmazsa televizyonlar, ana haber bültenlerinde sumocular var diye yayın yaptılar. Onlar gelmese, Mehmet Yeşil Yeşil'i ya da Eşref'i kimse duymayacaktı.







Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

GÜNÜN DİĞER YAZARLARI

SON DAKİKA
Anasayfa Anasayfa Beşiktaş Beşiktaş Fenerbahçe Fenerbahçe Galatasaray Galatasaray Trabzonspor Trabzonspor