Alın teri Yedikule zindanlarının tarihsel boyutlarına nazire yaparcasına medeniyete göz kırpan büyük bir yapı yükselir Zeytinburnu'nda... Adını da canpazarlarına teslim olmamış bir yiğitten alır; Abdi İpekçi... İşte biz bu büyüğümüzü rahmetle anarken, o salona doğru da hareketlendik. Yol boyunca Beşiktaşlılar vardı bizimle aynı yöne giden; keyiflendik. Anlaşılan arz da vardı, talep de... Trafik babanın müsadesiyle salona geldik. Biletliler, biletsizler, kuyruktakiler, şikayetler, fetvalar, diz boyu sorunlarla kol kola girdik. Her şeye tamam, boynumuz da kıldan ince de; bu salon görevlilerinin görevi, görevsizlik ilkesi içinde kapıları açmamak mıdır? Başlamış olan maçın ortasında yöneticilerimizi bu kapıların açılmasını için uğraştırmak mıdır? Taraftarın elinde bilet olmasına rağmen, bu insanları maça ancak ikinci yarı mı ittirmektir? Nedir bu eza, nedir bu işkence? Bu salonun yetkililerini ve bu zihniyeti taşıyanları kınıyoruz.
Futbol ve girdapları Lakin alkışladıklarımız da var. Murat Didin ve talebelerine, sisteme karşı savaştıkları, düzene karşı boğuştukları ve de bunları alt edişlerini bize yaşattıkları için siyahbeyaz teşekkürler. Kerem Tunçeri'yi yemek için kapıda bekleyen piranha zihniyetli psikologlar, utanmışlar mıdır acaba? Onlar önce kendi potasyum sülfatlarına baksınlar! Ffrend'in takdire şayan mücadelesine ne demeli? Ya maçtan sonra tüm takımın tribünlerin karşısına geçip, herkesin tüylerini amuda kaldırırcasına "Helal olsun size" diye tempo tutmasına. Hele binlerce kişinin içine girip de bir sevinç yumağı oluşturan basketbolcuların mütevazılığı... Kusura bakmayın ama bütün bunlar yaşanırken kalkıp da futbolu ve girdaplarını yazamazdım... Unutmayın, alın teri teşekkürle ödenmez. Lütfen şapka çıkaralım!