Yunus Akgül

Yunus Akgül

06 Şubat 2016 | Cumartesi

Dopingsiz spor olur mu?..

Her şey 1960 Roma Olimpiyatları'nda Danimarkalı bisikletçi Knut Johanssen'in aldığı ilaçların etkisiyle bisikletinden düşerek ölmesi ile başladı...
IOC, her konuda olduğu gibi bu olayın ardından ancak kamuoyundan gelen baskılar sonunda bazı şeylerin yasaklanabileceğini açıkladı ve 1964 Tokyo Olimpiyatları'nda ilk kontroller başladı.
Hemen şunu baştan belirtelim ki bu yazının amacı dopingi "kutsamak" değildir.
İkinci cümle olarak da hükmümüzü en baştan verelim; "dopingsiz performans sporu olmaz..."
Bu da bir durum tespitidir.
Bugünün dünyasında ülkelerin en büyük kahramanları sporcular olmaya devam ettiği sürece, onları, göklere çıkarmaya ya da gökteki yıldızları ayaklarının altına sermeye devam ettikçe…

Fabrikatörler kazanıyor
Ve en önemlisi de fabrikatörlerin bu kadar büyük paralar kazanamadıkları bir ortamda doping sporun yakasını asla bırakmayacaktır.
Cebine girecek parayı, gazete sayfalarındaki ve televizyon ekranlarındaki popülariteyi, ülkesinin yöneticileri nezdindeki itibarını gözünün önüne getiren bir sporcu bu riski almaya devam edecektir.
WADA'nın yasaklı listesi kabardıkça yeni yeni doping yöntemleri keşfedilecek ve bu iş bu şekilde sürüp gidecektir.
Çünkü dünyanın en gelişmiş laboratuvarları hiç şüpheniz olmasın ki onlar için çalışıyor.
Bilindiği gibi son olarak Rusya Atletizm Takımı önümüzdeki olimpiyat oyunlarından doping vesilesiyle çıkarıldı.
Bizde ise zaten kıt olan olimpiyat madalyamızdan birisini kaybettik Aslı Çakır Alptekin'in doping cezası sebebiyle...
Görüntü o ki, dünya dopinge karşı sıfır tolerans tanıyor. Bütün elit sporcular takip ediliyor. WADA bu konuda çok kararlı... Kim olursa olsun sporcunun tepesine biniveriyor ve cezayı kesiveriyor...
Bu konuda tavizsizler!. Şuna kesinlikle inanabilirsiniz ki durum hiç de böyle değil...
Şu anda dünyada performans sporu yapan sporcuların yüzde doksanından fazlası dopinge bir şekilde bulaşmıştır.
Ancak yakalananlar ya "aptal" olanlar ya da "acemiler"dir. Diğerleri bir şekilde işlerini yürütmeye devam ediyor.

İlaçları üretenler temiz!
Rusya'nın atletizm takımı doping yüzünden komple olimpiyat oyunlarından çıkarılıyor, Türkiye'nin olimpiyat madalyası elinden alınıyor, Çinli, Afrika'nın herhangi bir ülkesindeki veya Asya ve Güney Amerika ülkelerindeki sporcular doping yüzünden patır patır dökülüyorlar.
Dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarının yer aldığı ve bu yakalanan sporcuların ilaçlarını üreten ülkelerin sporcuları neden tertemiz? Ya da o ülkelerde sadece aptal olanlar yakalanıyor?.. Çünkü bu yakalananların çoğunlukla reklam değeri yoktur ya da çok düşüktür.
Başta olimpiyatların sahibi Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) olmak üzere FİFA dahil bütün uluslararası federasyonlara "kahramanlar" lazımdır.
Bu kahramanlar sayesinde gündemdeki yerlerini koruyabilirler. Daha çok reklam, daha çok müşteri ve daha çok para kazanabilirler...
Halterin, yüzmenin, bisikletin ve diğer bir çok spor dalının kıta ve dünya şampiyonalarındaki başarıları kırılan rekorlarla ifade edilir. Şu şampiyonada şu kadar dünya rekoru kırıldı. Veya 2012 Londra Olimpiyatları'nda tam şu kadar olimpiyat rekoru kırıldı denildiği zaman o şampiyonanın başarısından bahsedilir.
Bu yüzden iddia ediyoruz ki uluslararası federasyonlar ürünlerinin pazar değerini artıran kahramanlarını korumada sanılanın çok daha üzerinde bir tolerans gösterirler.

Diack'ın kirli çamaşırları
Bir önceki Uluslararası Atletizm Federasyonu Başkanı Lamine Diack'ın kirli çamaşırları ortalığa saçılmış durumda...
Doping yapan sporcuları aklamak adına alınan rüşvetler bu günlerde gündemi işgal ediyor. Şundan emin olabilirsiniz ki uluslararası federasyonların hemen hemen tamamında çark böyle işliyordur.
Yalnız gözden çıkarılanlar veya üstü çizilenler ancak bu şekilde ortalıklara saçılır. Bundan önce Uluslararası Boks Federasyonu Başkanı Chawdoury'nin başına benzer bir olay gelmişti. Şimdi FİFA Başkanı Blatter aynı şekilde gidiyor...
Dopingin en çok kullanıldığı yüzmenin, halterin, güreşin uluslararası yöneticilerinin çok temiz olduğunu mu düşünüyorsunuz?.. Onlar da sıralarını ekliyorlar. Çünkü o koltuklara oturan hiç kimse normal yollardan o makamları bırakmak istemiyor. Dolayısı ile sırası gelenin dolaplarında sakladıkları pislikleri zamanı geldiğinde önlerine seriliveriyor.
Bu söylediklerimizin temelsiz olmadığını ortaya koyacak çok da eski olmayan bir gazete haberini birlikte okuyalım; . "Alman kanalı WDR'ın ortaya çıkardığı belgeler Londra 2012 Olimpiyatları'nın iddia edildiği gibi tertemiz olmadığını ortaya koydu. Uluslararası Atletizm Federasyonu 150'ye yakın anormal test okunmasına karşın işlem yapmadı. 39 ülkeden 225 sporcuyu ilgilendiren dosyalardan 58'i Rus, 25'i Kenyalı atletlere ait. Dopingli olması muhtemel bu sporcular arasında dünya rekortmenleri Olimpiyat ve Dünya şampiyonları bulunduğu ifade ediliyor.
Dünya Anti Doping Ajansı (WADA) ise iddiaların ardından dosyayla yakından ilgilendiklerini ifade etti." (13 Aralık 2014 Sabah Gazetesi) Konuyu çok fazla uzatmadan bizim anlı şanlı, her konuda olduğu gibi dopingle savaş konusunda da bir numara olarak gördüğümüz Amerika Birleşik Devletleri'nin dopingin resmi sponsoru olduğunu ifade edelim. Bulunan ilaçları ilk onların sporcuları kullanır. Bu ilaçlar WADA listesine girdiği zaman ABD'li sporcular o ilaçları çoktan terk etmiştir. Yakalananlar her zaman başkaları olacaktır.

Connolly'nin şaşkınlığı
Bu yazdıklarıma inanmadınız mı?
O zaman şu satırları bir daha okuyun... "Los Angeles Olimpiyatları sonrası ABD bayan takımı antrenörü Pat Connolly, Senato Araştırma Komisyonu önünde şöyle demiştir; ABD Olimpiyat Komitesi'nin olimpiyat öncesinde sporcularımıza resmi testlerde yakalanmamak için kurs düzenlediğini duyunca, ana babası tarafından terk edilmiş bir çocuk gibi ihanete uğramış hissettim." (Olimpiyatlar Sahtekarlık ve Mafya) Gelişmiş ülkeler dopingle böyle savaşıyor. Yani "dopingin insan sağlığına zararları seminerleri"ni çoktan geçmişler. "Dopingden nasıl yakalanmazsınız konferansları"
aşamasındalar...

AZiZ YILDIRIM NE DEDi?
Fenerbahçe'nin divan kurulu toplantısında konuşan Başkan Aziz Yıldırım her birisi ayrı değerlendirilebilecek olan gündeme dair bir çok şey söyledi.
Kulüpler yasası, menajerlik sistemi vs...
Ancak Türkiye Kupası ile ilgili söylediklerine biraz yakından bakalım... Diyor ki; "bu şekilde devam ederse kupaya katılmayacağız.
Çünkü zarar ediyoruz."
Bir futbol kulübünün varlık sebebi nedir? Kupaları müzesine getirmek, bu kupalarla övünmek, taraftarlarını bu şekilde mutlu etmek...
Kupaların değerlendirmesini yapacak olursak bir numarada Süper Lig Şampiyonluğu, ikinci sırada Cumhurbaşkanlığı Kupası üçüncü sırada da Türkiye Kupası gelir.
Bir kulüp başkanı çıkıp mensubu olduğu federasyona rest çekip "biz bu kupaya katılmayacağız, kendi kurallarımızı kendimiz koyarız" diyebiliyor.
Aziz Yıldırım'ı ve Fenerbahçe Kulübü'nü bir kenara bırakalım.
Türkiye Futbol Federasyonu ne iş yapar? Elindeki bu kadar kıymetli bir ürünü bu kadar ucuzlatır mı?
Futbol Federasyonu Türkiye Kupası'nın değerine değer katmaya çalışması gerekirken kulüpler için angarya durumuna düşürür mü?..
En basiti bu maçları insanların işinde gücünde olduğu saatlerde değil de statlara gidebileceği veya televizyonunun başında olabileceği saatlerde oynatamaz mı?..
Geçilen her tura ve alınan her puana çok daha iyi pirimler vererek kulüpleri kıyasıya yarıştıramaz mı?..
Yani bu kupanın değerine değer katarak kimsenin bu şekilde konuşmasına fırsat vermese olmaz mı?..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

GÜNÜN DİĞER YAZARLARI

SON DAKİKA
Anasayfa Anasayfa Beşiktaş Beşiktaş Fenerbahçe Fenerbahçe Galatasaray Galatasaray Trabzonspor Trabzonspor